Aksi,hazırcevap,takıntılı,kaba ve komik bir doktoru canlandıran başrol oyuncusu Hugh Laurie’ ye ödül üstüne ödül kazandıran ‘’HOUSE M.D.’’ , iyi yazılmış,sağlam bir karakterin ve iyi bir oyunculuğun bir diziye neler katabileceğinin en iyi göstergelerinden…‘Herkes yalan söyler’ ama kariyerini olduğu kadar, nevi şahsına münhasır karakterini de bu ilke etrafında inşa eden Gregory House’u kimse kandıramaz..Zira ‘House’ dizisine adını veren kahramanımız, en az Einstein kadar zeki,Sherlock Holmes kadar dikkatli ve Jack Bauer kadar başına buyruk…Bir New Jersey hastanesinde teşhis ve tanı bölüm başkanı olan Dr. House , üç elemanıyla birlikte bir dedektif gibi çalışarak ilginç vakaları çözer…Hastalık asla ilk tahmin edilen değildir.İlk etapta yanlış tedaviler uygulanır,bunlar hastanın gerçek sorununu olumsuz etkilediğinden hasta ölümle burun buruna gelir.Doğru tanıya giden yol genelde hastayla ilgili bir yalanın ya da gizin ortaya çıkmasına bağlıdır.Ve çoğu zaman sorun göründüğünden daha basit ve o yüzden en son tahmin edilendir.Örneğin halüsinasyonlar gören, nefes yolları kapanıp ciğerleri kapanma noktasına gelen, suya ve ışığa duyarlılık gösteren hastada, ne beyin, ne kalp ne alerjik enfeksiyon, ne de bağışıklık sistemi hastalıkları vardır; hastaya Amerika’da yok olduğu sanılan kuduz mikrobu bulaşmıştır..Bu tanıya ulaşmak içinse hastanın özel hayatının didiklenmesi ve yaşadığı yerin incelenmesi gerekmiştir.Dr. House’ un emriyle hastanın yaşadığı yerde izinsiz inceleme yapılması ve dedektif gibi delil toplanması, ekibin rutin işleridir.
Sherlock Holmes ve Dr. House ;Bu anlamda bir doktor/dedektiflik dizisi ‘House’..Dizinin yaratıcısı David Shore, Sherlock Holmes karakterinden esinlendiğini gizlemiyor.Gizemli vakaları çözme konusundaki istekleri ve yöntemleri birbirine çok paralel.Dr. House da tıpkı Holmes gibi başka kimsenin göremediği ipuçları üzerinden vakaları çözüyor.İkisinin de gözleri radar gibi, ikisinin de burnu büyük, egoları şişkin…Uyuşturucu zaafları bile benziyor.1900’lerin başında gönül rahatlığıyla kokain kullanan Holmes yerine burada, Vicodin isminde güçlü bir ağrı kesici hapın müptelası olan House var…İsim benzerliği de dikkat çekici ancak Holmes’in sadık yardımcısı olan doktor James Watson ile House’ un aynı hastanede çalışan yakın arkadaşı James Wilson arasındaki isim benzerliği kadar değil.Bu arada Sherlock Holmes’ un yazarı Arthur Canon Doyle’ un da asıl mesleğinin doktorluk olduğunu hatırlatalım.Ciddi kafa yoran izleyicilerin bulduğu düzinelerce benzerliği internet sitelerinde görmek mümkün.Mesela House ve Holmes’ un ev adresleri aynı: 221B. Zamanında Holmes’ dan kurtulmak isteyen yazar Doyle, Holmes’ u serinin en ünlü kötülerinde Moriarty’e öldürtmüştü.Okurlardan gelen tepki üzerine yeniden diriltmek zorunda kaldı.İkinci sezonun sonunda Dr. House, ismi zikredilmeyen bir zanlı tarafından vuruluyor.Zanlının bilekliğinde Moriarty yazıyor..Dizinin yaratıcıları ve yapımcıları akıllıca bir işe soyunmuşlar.Zira hastane dizileri de, polisiye diziler de günümüzde oldukça iyi prim yapıyor.Bunları, eski usul bir dedektiflik tarzını yeniden canlandırarak harmanlayan bir yapımın tutmaması epey zor.Üstelik senaryo da çok güçlü.Ciddi tıbbi bir dil kullanıldığı için, dizide geçen olayların yarıdan çoğunu anlamak mümkün değil ama önemli de değil.Tıbbi konuların tamamen anlaşılması beklenmiyor muhtemelen zaten, buna karşılık dizinin bu kadar dikkatle izlenmesinin sebebi de bu olabilir..Diyaloglar, özelikle House-Wilson arasındakiler, laf ebeliğine dayanan, komik,alaycı ve çok zekice yazılmış diyaloglar.Genel olarak, uyarıcı,canlandırıcı,sitümüle edici bir dizi ‘House’. Ancak yine de dizinin başarısı neredeyse tek başına Dr. House karakterinde ve onu canlandıran aktör Hugh Laurie’de yatıyor.Aslında tek kişilik bir şov ‘’House’’.Hikayeler, geri kalan bütün karakterler, Dr. House karakterini desteklemek,sivriltmek, daha cazip, daha komik,daha çarpıcı kılmak için yaratılmış…
Tek Kişilik Şov Gregory House; orta yaşın biraz üzerinde, yalnız, aksi, meraklı, sarkastik, kaba, kırıcı, zor bir adam.Hem dayanılmaz hem vazgeçilmez bir tip.Varlığı –kurtarmaya kararlı olduğu hastaları hariç- herkes için dert olsa da, eksikliği büyük bir boşluk yaratacak bir tip.Hastalarına, daha doğrusu onların anlaşılamaz hastalıklarına her şeyden çok tutkuyla bağlı.Doktorlar zamanında tanı koyamadığı için bir bacağının hareket kabiliyetini kaybeden ve bastonla yürüyen Dr. House, acısını Vicodin’ le ve bir de önüne gelen her vakayı çözmek konusundaki hırsıyla çıkarıyor.Bu hırs, Dr. House’ un yasal sınırları sıkça ihmal etmesine neden oluyor.Mesela bir bölümde, kalp nakil listesine alabilmek için hastasının bulümik olduğunu gizliyor.Bir başkasına sindirim sorunlarını halletmesi için günde iki sigara öneriyor.Hipokrat yemini hatırlatıldığında ise bir kere okuduğunu ve pek etkilenmediğini söylüyor.Kimsenin karşısında eğilip bükülmüyor.Yalan söylemekle ilgili sorunu ve prensiplerle pek alakası olmamasına rağmen, sevdiklerine zararı dokunsa da, doğru bildiğini yapanlara karşı herkesten daha affedici.Bir tek samimiyetten etkileniyor.Özel hayatını paylaşmıyor ama herkesinkine burnunu sokuyor.Hayatın her alanında dedektif.Kendi özel hayatı ise nerdeyse yok.Beş yıl önce biten ilişkisinin etkilerini hala tam olarak üzerinden atabilmiş değil ve bir daha bir kadına açılması zor görünüyor.Kendisini bir kadın için cazip kılabilecek hiç birşey yapmamasına rağmen, dizideki üç kadının üçüyle de bir hikâyesi var.Yanında çalışan Cameron uzun süre House’tan platonik olarak hoşlandı. Hastanenin yöneticisi Cuddy ile aralarında zamanında bir şeyler geçtiğini, House’ un Cuddy’i hemen her gördüğünde yaptığı pek de gurur okşayıcı olmayan cinsel göndermelerden anlıyoruz.Eski sevgili Stacy de ikinci sezon boyunca dizide yer aldı…Hastanede bile izlemeyi ihmal etmediği pembe dizisi, Gameboy’u ve motosikleti dışında bağlı olduğu pek bir şeyi yok.Daha az kitap okumayı, daha çok televizyon izlemeyi salık veriyor ama kendisinin, hakkında bilgi sahibi olmadığı konu yok neredeyse.Birinin kolundaki hangi Asya diliyle yazıldığını göz ucuyla bakarak anlıyor, iki cümlesini duyduğu birinin Çek asıllı olduğuna ve uzun yıllar Avustralya’da yaşadığına hükmedebiliyor.Bazen de feci çuvallıyor, ama hiç altta kalmıyor.Savını çürüten birine, hiçbir şey söyleyemese, kravatının çok çirkin olduğunu söylüyor.
İngilizler’ e ne oldu?Amerikalı bir doktoru canlandıran Hugh Laurie’nin, 45 dakikalık her bölümün en az 30 dakikasında konuşuyor olmasına rağmen bir İngiliz olduğunu anlamak mümkün değil.Hatta deneme çekimlerin izleyen yapımcılardan Bryan Singer; ‘’İşte benim istediğim bu, bir Amerikalı’’ demiş.Hugh Laurie, 45 dakika boyunca dizi sektöründe artık neredeyse bir lüks olan karakter oyunculuğunun bütün inceliklerini sergileyerek, müthiş bir seyirlik sunuyor.İngiltere’de başta Blackadder olmak üzere pek çok yapımında yer alan Laurie, en son önümüzdeki sene gösterime girecek olan David Ayer’ ın ‘Night Watch’ filminde Keanu Reeves ve Forest Whitaker ile birlikte rol aldı.Bu dizideki performansıyla iki yıl üst üste Altın Küre ve bir kez de Emmy ödülüne layık görüldü. Varolan dizilerin oyuncu ve performans profillerine bakıldığında, bu ödülleri önümüzdeki yıllarda da toplaması sürpriz olmaz…Dijitürk’te üçüncü sezonu halen gösterilmekte olan Hugh Laurie2li ‘House’ dizisi , sağlam bir karakterin ve iyi bir oyunculuğun bir diziye neler katabileceğinin en iyi göstergelerinden biri.’’Tacın İncisi’’ , ‘’Gurur ve Önyargı’’ gibi muhteşem uyarlama dizilerle, ‘’Emret Başkanım’’ gibi benzersiz komedi dizilerine imza atan , her işlerinde karakterleri ve oyunculukları merkeze yerleştiren İngilizler’ in, epeydir dizi sektöründe yerelin ötesine geçememelerine hayıflanmamak elde değil…
Kaynak :Yeşim Erdem Temmuz/Sinema